Uzaktan Yazılan Mektup
Memtimin HÖŞÜR
Çeviren: Lokman Baran
Rızvan,
Daha iki hafta önce aynı evde bir ömür sürerken şimdi bu mektubu size çok uzak bir yerden yazıyorum. O gün öğleden sonra işten dönüp masanın üstündeki mektubu gördüğünüzde çok şaşırdınız mı? Ben o mektupta sizi rahatlatmak için; sizden çok uzak yerlere gideceğimi; benim için endişelenmemenizi, eve ne zaman döneceğimin belli olmadığını, eve döneceğim zamanı size mektupla bildireceğimi yazmıştım. Doğruyu söylemek gerekirse bu eve tekrar dönmeyeceğim diye kendi kendime söz vermiştim.
O gün, geceyi şehirdeki bir bahçıvanın divanında geçirirken sabaha kadar ağaçların arasından geçen patika yolda ne yapmam gerektiğini, nasıl bir karar almam gerektiğini düşündüm durdum. Biraz sonra ise sabah güneşi doğmuş; ağaçların yaprakları arasından rengârenk ışıklarını döküyordu. Gülistanlardaki güllerse o kızgın kızıl nura başlarını eğdiler. Ben de sabahın tertemiz havasını içime doya doya çektim. Hayat ne kadar güzel! Ama ben ölmek istiyorum. Buna sakın şaşırmayın! Bu dünyada kendi canına kıyanların hepsi hayattan bizar olanlar değil. O insanların içinde yaşam dolu olan; ama vicdanlarındaki sesle kendi kendilerine idam cezası verenler de var…
Sizinle beraber bu gül bahçelerinde pek çok kez dolaştık. O zamanlar olduğu gibi sizin çok beğendiğiniz o sarı güller gülerek açılıyor. Sizinle beraber üzerinde oturduğumuz ağaçların arasındaki o bankı bugün kendi bedenimle ısıttım. Bütün bunlar benim anılarımdaki yerler ile son kez buluşmam, son kez vedalaşmamdı.
Ertesi gün arabayla “a” köyüne gittim. Bu köye gelmemin sebebi; burada yaşayan sınıf arkadaşıma gönlümde gizlediğim bütün gerçekleri bir bir anlatıp daha sonra da köyün aşağısında akan nehrin hırçın sularına kendimi bırakmaktı. Sınıf arkadaşımın evinin önünde durup düşünmeye başladım. Benim bu diyarlara en son gelmemin üzerinden yedi sekiz yıl geçmişti. O günlerde nehir yatağına dikilen fidanlar iyice uzamış, serpilmişti. Avludan çocuklarını yemek yemeye çağıran bir kadınla o çocukların kendi aralarındaki bağrışmaları duydum. O an bu eve girmekten vazgeçtim. Çocukları ve aileleriyle kendi yağlarında kavrulan bu insanların huzurlarını bozmanın ne gereği vardı? Bu insanlara duyduğum özlem de benimle beraber yok olsun diyerek oradan uzaklaştım.
Köyden çıkıp tepeden inerek nehir boyuna geldim. Nehir, derin yar altından heybetle ve bulanık akıyordu. Ben, bir taşın üstüne oturup sigaramı yakarak etrafıma baktım. Sonsuz gökyüzünde çöl kuşları kanatlarını çırparak uçuyordu. Daha sonra aşağıda bir yerlerden bir çoban çocuğun üflediği kavalın sesi duyulmaya başladı. Sanki çocuk, bu acılı kaval sesiyle nefes alıyordu. Ben iç çekerek ve içim acıyarak düşünmeye başladım. Bu tabiat, bu coşa coşa akan nehir ve bunların hepsi güneşin nurundan güç olarak yaşıyordu, bense ölecektim…
Rızvan!
Ben ölmedim; elimdeki sigarayı içtikten sonra yerimden sıçrayarak kalktım ve hayatla ölüm ortasında, ölüme sadece bir iki adım mesafedeki bu dehşetli korkunç yardan uzaklaştım.
Dün şehre döndüm. Siz bu mektubu okurken çok daha uzaklara gitmiş olacağım. Sizden niçin ayrılmak istediğime gelince, bu sorunun cevabını vermek için söze baştan başlamak en dorusu…
Sizinle tanıştığımız gün bana:
Benden önce başkasını sevdiniz mi, diye bana sormuştunuz.
Ben hiç düşünmeden:
Hayır, hiç sevmedim, diye cevap vermiştim.
Siz:
Ama ben sevdim. Sevdiğim adamı medeniyet inkılâbında vahşice öldürdüler. Ben onu ömrüm boyunca unutamayacağım, diye cevap verdiniz; sonra dayanamayıp gözlerinizi yere düşürdünüz.
O an ben size uzun uzun baktım. Yanaklarınız heyecandan kızarmıştı. Yanaklarınızdaki bu kızarıklık tanımadığım o adama beslediğiniz aşk ateşinin sıcaklığıydı. Rızvan, bana ilk kez çiçek verdiğiniz günü hatırlıyor musunuz? O gül sizin bana olan aşkınızın bir nişanesi miydi? Hayır! Değil! Biz beraber yaşamanın mecburiyeti ile bir araya geldik. Gerçek aşk insanın karşısına ömründe sadece bir kez çıkıyor ve o duygu o kadar nazik, o kadar hassas ki bir daha yaşanmıyor. Siz o duyguyu tattıktan sonra başka aşklar, sevgiler o aşkın yerini alamıyor. Siz gerçek aşkı benden çok önce ve bence kimliği meçhul insanda tatmışsınız…
Sizinle evlenmeden önce tepeliğin üstünde oturup uzaklara uzun uzun baktınız ve bana o meçhul zatı unutamadığınızı, ona olan sevginize hürmet göstermemi, benimle onun hakkında konuşmama izin vermemi istemiştiniz. Ben sizin bu isteğinizi kabul etmiştim; çünkü ben de sizinkine benzer bir aşk yaşamıştım. Ben sizden önce yaşadığım aşkı size söylemek istemedim. O kız hala hayatta. O, beni aşkımla bırakıp gidince çok üzülmüştüm. Hayatım boyunca onun bana aşk dolu gözlerle bakışını, boynuma sardığı o sıcacık kollarını hiç unutamadım. Onun için sizin o meçhul adama karşı hissettiklerinizi çok iyi anlıyordum. Kabul etmemin diğer nedeni de sizin sevdiğiniz adamın bu dünyaya gözlerini yummasıydı. Benim o meçhul insandan rahatsız olmamı, sizi ondan kıskanmamı gerektirecek bir neden yoktu.
Ama sizinle beraber geçirdiğim yıllarda bu dünyadan göçüp giden o meçhul insanın hayatınızın ayrılmaz bir parçası olduğunu anladım. Siz gün içinde birkaç defa ondan bahsediyor, sonra da tatlı hayallere dalıp gidiyordunuz. O anlarda meçhul insanla ortak geçmişinizi düşünüyordunuz. Adeta bir düş gemisinde o meçhul insanla beraber yaşıyordunuz…
Neden kader sizi sevdiğiniz adamla, beni de sevdiğim kızla birleştirmedi de ikimizi aynı evde birleştirdi. Bu kaderin bize bir şakası mı yoksa alayı mı? Bize benzeyen insanlar arasındaki münasebete ne ad koymak gerek? Biz birbirimize saygı gösteriyoruz, birbirimizi seviyoruz ki o yıllar içinde bir kere olsun tartışmadık. Pekala, bizim aramızdaki ilişkinin adı muhabbet, aşk değilse o zaman ne? Siz bu cevaba “Biz sadece karı kocayız,” diyerek cevap veriyordunuz. Siz hakikati söylediniz. Biz sadece karı kocayız; çünkü bizim gönlümüzü teslim ettiğimiz o meçhul insanlar yüreklerimizde bizimle beraber yaşıyorlardı.
Rızvan: siz gayet mülayim, temiz kalpli bir hanımefendisiniz. Sizin gönlünüzde sevdiğiniz o adama yönelik tek bir kötü anı, düşünce yok. Ben de sizin aşka olan sadakatiniz için o adama olan hislerinize hürmet gösterdim. Benim sevdiğim kız sizin gibi aşka sadık kalamadı. Ben o kızla Medeniyet İnkılâbı’nda baş gösteren karışıklıklar başlamadan önce tanışmıştım. O zamanlar hayatımı sihirli aydın geceler, şırıl şırıl akan deryalar, heyecanla çarpan iki gönül, simsiyah gecenin koynunu yarıp geçen aşk dolu güzel hatıralar kaplamıştı; ama olaylarla, kargaşayla dolu yıllar başladığında bambaşka, korkunç bir insana döndüm. Hedefi belli olmayan serseri bir kurşun gibi kavgaların içine daldım. Bizim gibileri maymun oyununa salan zalimler bize “Yeni Oluşum Teşkilatı” adında güzel bir unvan vermişlerdi. Biz o günler “Yeni Oluşum Teşkilatı” altında etrafa korku salıp zulmettiğimiz için kendimizle gururlanıyorduk. Çaresiz insanların feryat figanları bize huzur veriyordu. Ben o kadar delirmiş, kendimden geçmiştim ki kimsenin nasihatini, sözünü dinlemiyordum. O günler bize yapılan propagandalar, bize o kadar empoze edilmişti ki yaptığım her şeyin doğru olduğunu düşünüyordum; lakin benim bir acizliğim vardı. Bu işlerde ne kadar sert, zalimsem o kızın karşısında o kadar yumuşak, o kadar zayıftım. Her ne olursa olsun onun her dediğini yapmaya hazırdım, yapıyordum da. Şimdi düşünüyorum o günler beni içine düştüğüm bataklıktan kurtaran da o kızın ta kendisiydi; ama o bana tek bir kelime etmeden çekti gitti. O günler, o kızın benim gibi bir Yeni Oluşumcu’yu neden terk edip gittiğini anlayamamıştım. Beni bırakıp gittiği için o kızın akılsızlığına gülüp geçmiştim; ancak aradan yıllar geçip hakikat gün yüzüne çıkınca o kızın ne kadar doğru yaptığını anlayabildim.
Rızvan: size göre adamın hayatı neye benziyor? Bana göre hayat beyaz bir sayfa, hayat cereyanında o ak sayfa kendi tarihini yazıyor; adam ölünce onun hayatı hakkındaki bu tarihi eser de yazılıp tamamlanıyor. Benim hayatımın birçok sayfası, lanetli satırlarla yazılı. Ben hayatımı bir ahmak gibi yaşadığımı anladığımda benim sevdiğim kız çoktan bir başkasıyla dünya evine girmişti. Kötülüklerle geçen o günler için çok pişman oldum. Hayatımın bundan sonraki tarihini iyiliklerle, güzelliklerle yazmayı düşünmeye başladım. İşte o günlerde siz karşıma çıktınız. Rızvan, siz ve size benzeyen birkaç genç o korkunç, kötülüklerle dolu yıllarda kendisini koruyabilen gençlerdendiniz. Ben sizi kendinizi kaybetmediğiniz, o kara yıllardan koruduğunuz için size büyük saygı duyuyorum.
...
»» Devamı Kardeş Kalemler 40. sayıda...